Amak-ı Hayal Bölümler;
1.Bölüm 2.Bölüm 3.Bölüm 4.Bölüm 5.Bölüm 6. Bölüm 7. Bölüm 8. Bölüm 9. Bölüm 10. Bölüm 11. Bölüm 12. Bölüm 13. Bölüm 14. Bölüm 15.Bölüm
dokuzuncu gün
ULULAR MECLİSİ
her şey olduğu gibidir
1. PİYANİST EVLİYÂ
“Yolları ne var ayrı ise? Hep sana âşık / Her birisi bir yol ile gülzâra gelirler”
Niyâzi-i Mısrî
Sisli bir sabahta erkenden uyandım. İçimde sebebini bilemediğim bir sıkıntı vardı. Yavaş yavaş mezarlığa doğru yürümeye başladım. Bu gün havanın sisli, içimin sıkıntılı olmasından dolayı hüzünlü ney iniltisi dinlemek istemiyordum..
Mezarlığın duvarına yaklaştıkça kulağıma saz sesi gelmeye başladı. Sabah ziyaretine gelen bir medrese mollası yüzünü ekşiterek; “Bizim Aynalı deliye bu gün yine şeytan karışmış herhalde, ölülere saz çalıveriyor” dedi.
Kulübenin önüne geldiğimde Aynalı Baba bir iskemleye oturmuş, neşeli bir saz taksimi geçiyordu. Sessizce yanına vardım, boş duran diğer iskemleye de ben oturdum. Kendinden geçmiş halde hem çalıyor hem de söylüyordu:
Zâhid bize ta’n eyleme,
Hak ismi okur dilimiz,
Sakın! Efsâne söyleme,
Hazrete gider yolumuz.
Ey katı ve taklitçi dindar!.. Saz çalan şu mümini kınama, küfürle suçlama.
Hakkın ilminden başkasını dilimiz söylemez.
Sakın bize ilim irfan diye hikâye ve masal anlatmaya kalkışma.
Bizim yolumuz her an hakikat huzurunda olmaktır.
Erenlerin çoktur yolu,
Cümlesine dedik beli,
Ko desinler bize deli,
Usludan yektir delimiz.
Kendi özünü tanıyanların hakikati anlatış yolları farklı farklıdır.
Biz bunların hepsinin aynı hakikati farklı mantıklarla izah ettiğinin bilincindeyiz.
Her yolun hakikate çıktığını söylemek delilik ise, bundan korkumuz yok, deli desinler bize.
Ama bizim delimiz onların en akıllılarından daha da akıllıdır.
Muhyi sana ola himmet,
Âşık isen canan minnet!
Elîf Allah, mim Muhammed,
Kisvemizdedir dâl’ınız.
Ey Muhyî! Sana Hakk’ın ilim ve irfanla sağladığı yardımı ulaşsın.
Eğer gerçekten Hakk’a âşıksan etrafın dedikodusuna aldırmazsın. Hatta çevrenin baskı ve zulmü senin değerini açığa çıkarır.
Başı ve sonu olmayan düz çizgi (elif harfi- ا) Allah’ın tek varlık olduğunu bildirir.
Elif harfinin bir ucu kıvrılıp da kendini seyretmeye başlayınca (mim- م ) olur.
Mim ya da Muhammed ismi ile de kendi hakikatini idrak eden bilinç boyutuna işaret olunmaktadır.
Elif’in bir vechi (yönü) zahir isminin, diğer vechi (yönü) bâtın isminin tecellisidir.
Elif’in iki vechi (yönü) ortadan kıvrılıp kendini seyre dalınca (dal-د) harfi olur.
Bu da abdiyyet sırrı olan ‘abduhû’ hakikatinin dal harfiyle anlatımıdır.
Abdiyyet hali bu sırrı taşıdığı içindir ki en yüce mertebe sayılmıştır.
Aynalı’nın saz ile okuduğu şiirin derin anlamları içinde yüzerken birden seslenince irkildim.
“Evlat ben sadece saz çalmam. Her türlü musıkî aletini de çalarım” dedi.
Sisin verdiği sıkıntımı biraz olsun hafifletip neşelenmek için içimden espri yapmak geldi. “Piyano da çalar mısın?” diye gülerek sordum. Bana en az bir düzine batılı piyano bestekâr ismi ve eserlerini saydı. Her eserin ana temasını da ses ve ıslıkla tarif etti.
Kerameten (keramet olarak) söylüyordur diye düşünüyordum. Koluma girerek kulübesine götürdü. İlk defa içeri giriyordum. Loş odanın bir köşesindeki eski örtüyü kaldırınca gözlerime inanamadım. Eski bir piyano tam karşımda duruyordu. Gaz lambasını yaktı. Piyanonun başına oturdu. Nota defterinden bir yaprak seçti ve kısa bir konser verdi.
Ney çalan evliya olabilirdi. Çünkü ney Nebî mesleği çobanlığın kavalını andırıyordu. Saz da Horasan erenlerinin kopuzuyla tasavvuf dünyasına girmişti. Ama piyano bir Osmanlı evliyasının kullanabileceği bir çalgı aleti değildi. Hele mezarlıkta yaşayan ve kendini tamamen ahirete vakfetmiş bir evliya?
Aynalı aklımdan geçen her suale arifane cevaplarını verdi.
“Şeytan çalgı çalmaz nûrum. O zavallının ne mızrap tutacak eli var ne de tuş basacak parmakları var.
Ney üfürmek, saz çalmak hocasız mektepsiz öğrenilebilir. Ama piyano çalmak bir sanattır. Deftersiz, kalemsiz, üstatsız ve mektepsiz olamaz. Sanatı üstadından öğrenmek Allah’ın kanunudur, kerameten piyano çalmak Allah kanunlarına isyandır. Âsiden ârif değil hokkabaz olur.
Çalınması en zor enstrüman ‘insan’dır. İnsan denilen sonsuz akort ayarlı enstrümanı doğru olarak çalmak için en zor çalgı aletlerinden birini öğrenmek gerek. Ben de piyanoyu tercih ettim ve üstadından öğrendim.
Dünya ve ahiret bizim için iki ayrı mekân değildir. Dünyaya küsen ahirete de küser. Dünyayla barışan ahiretle de barışır.
Kendini tanrı dostu zannetmenin onulmaz marazına düşen (şizofren) zavallılar,
halka ahiret adamı olarak görünür.
Gerçek Allah dostları ise dünya ve ahiret arasındaki sınırı kaldırıp her şeye hakkını verirler.”
Aynalı Baba konuşurken kafamdaki yanlış bilgiler yıkılıyordu. Kulaklarımda ise Avrupa saraylarında dinlediğim senfoniler yankılanmaya başlamıştı. Farkında olmadan a’mak-ı hayalime dalmışım.
2. BEŞERİYETİN SORUSU
Gayet büyük bir sarayın içinde bir locadayım. Saray duvarları yüzlerce küçük loca ile dolu. Her locada bir insan oturuyor. Sarayın salonu ise binlerce insan alacak kadar geniş.
Salonun ortasında sıralanmış tahtlar var. Birisi diğerlerinden daha yüksekte duruyor. Tahtlarda yüzleri peçeli, heybetli insanlar oturuyor.
Birisi ayağa kalkarak konuştu:
“Geçmiş ve gelecek tüm insanların namına ‘beşeriyet’ gelmiş. Meclisimize bir suali varmış. Münasip bulursanız gelsin” dedi.
Mecliste bulunanlar başlarıyla onayladılar.
Sefil kıyafetler içinde, sakat, hasta ve zavallı ‘Beşeriyet’ sararmış çehresiyle ürkerek içeri girdi. Reis vekili hitap etti:
“Ey Beşeriyet! Otur. Rahat et ve sualini sor.”
Beşeriyet oturmadan dedi ki:
“Oturmak ve rahat etmek mi? Yüzbinlerce yıldan beri oturup rahat edecek vakit mi buldum? Bir taraftan geçim sıkıntısı ve ihtiyaçların tazyiki, diğer taraftan bedenimdeki bin türlü hastalık… Rahat etmeye imkân yok. Bu kadar zor şartlar altında intihar etmeden varlığımı sürdürmem çok zor. Bu intihar düşüncesi beni rahatsız ediyor. Hiç olmazsa bu sefalete niye katlandığımı ve niçin intihar etmediğimi birisi bana izah etse”
Beşeriyet son derece dertli ve çaresiz idi. Meclisi zavallı ‘beşeriyet’in ümitsizliği ve karamsarlığı kaplamıştı. Birisi ayağa kalkarak Beşeriyet’i teselli etmek için şunları söyledi:
“İnsanı hayata bağlayan bin türlü lezzetler ve çeşitli beşeri bağlar var. Ama hayat denilen şey ise kısa bir ömür ve binlerce dert ile keder dolu. Buna rağmen herkes onun peşinde koşmaktadır. Bunun hikmeti nicedir, kimse bilmez.
Hayat insanı bir an rahat bırakmaz. İnsan doğunca ağlar, bebekliğinde, çocukluğunda içi yana yana ağlar. Gençliğinde dünya tazyikinden sessizce feryad eder, kimse duymaz. Bitmez tükenmez beklentileri vardır. İhtiyarlığında ise yüz bin meşakkat ve sıkıntı çeker.
Ecel vakti geldiği zaman bitmeyen ömrün sadece ‘bir an’dan ibaret olduğunu anlar. Bunca sefalet bir an için miydi der.
Hayattaki bu zevk ve kıymet, akıllı kimseler için Allah’ın kudret eserlerini seyretmek; cahiller için de yemek ve şehvetten ibarettir.
Ârifler zevk ve keder denilen şeylerin Hakk’ın cemal ve celal esmasının birbiri ardınca tecellisi olduğunu bilirler.
Cahiller ise ‘Celalsiz’ bir ‘Cemal’ peşinde koşmak;
hayvani acısız, elemsiz, kedersiz bir ömür sürmek sevdasındadırlar.
Zevkleri hemen unuturlar acıların ise özellikle kendilerini bulduğunu iddia ederler.
Ve ömürleri Hz. Celal’e isyan ile geçer. Hz. Cemal’i ise tanrı edinmek isterler”.
Beşeriyet bir ah çekti ve:
“Doğru, doğru… Bana söyleyiniz, merhamet ediniz; hayattan tiksiniyorum, onsuz da edemiyorum. Sonsuz mutluluk nedir? Bunu izah ediniz” dedi.
Reis vekili:“Bu meseleyi ancak ‘ilmin ve irfanın efendisi’ halledebilir” dedi ve meclis beklemeye başladı.
3. ULULARIN CEVABI
Saraydaki senfoni sustu. İlmin ve irfanın efendisi geldi. Meseleyi anladı. Mecliste bulunanlara sıra ile söz verdi.
İbrahim a.s.
“Sonsuz mutluluk; çalışmak, kazanmak ve kazandığını insanlarla paylaşmaktır” dedi.
Musa a.s.
“Sonsuz mutluluk; nefsini, Firavun gibi insanın başına bela olan aşırı isteklerden arıtmaktır” dedi.
Çin diyarının âlimi Konfüçyüs,
“Sonsuz mutluluk; bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktır” dedi.
Eski Yunan’ın mistik filozofu Eflatun (Platon),
“Sonsuz mutluluk; her şeyin hiç bozulmayan ideal özünü daima akılda tutmaktır” dedi.
Eflatun’un talebesi akıl ve mantık uzmanı Aristotales,
“Sonsuz mutluluk; tüm eşyayı ve tüm olayları cinsine göre sınıflayıp mantık süzgecinden geçirmektir” dedi.
Orta doğunun gizemli insanı Zerdüşt,
“Sonsuz mutluluk; aydınlığın karanlığı yok etmesidir” dedi.
Hinduizm’in büyük üstadı Brahma,
“Sonsuz mutluluk; nefsinin her isteğine tersini vermek ve zannımızın aksinin doğru olduğunu anlamak” dedi.
İsâ Mesih a.s.
“Sonsuz mutluluk; geçmişi unutmak, şimdiki hali hoş görmek ve geleceği düşünmemektir” dedi.
Lokman Hekim,
“İnsanlar bu kavramı elde edemedikleri her şeyi ifade edebilmek için icad etmişlerdir” dedi.
Hızır,
“Sonsuz mutluluk; gönüle bitmek tükenmek bilmeyen isteklerin girmemesidir. Böyle bir gönül her an her yerde bir hayalet gibi tecelli edebilir” dedi.
Buda, ayağa kalkarak,
“Ey Beşeriyet! Sonsuz mutluluk; evrenle bütünleşip yok olmanın diğer adıdır. Nirvana! Nirvana!” dedi ve oturdu.
Salonun ortasındaki beşeriyetin başı döndü, sendeledi ve yere düşerek, “Hangisi doğru?” dedi.
4. BEŞERİYETİN İLACI
İlmin ve irfanın efendisi ayağa kalkarak;
“Ey Beşeriyet!
Mutluluk,
hayatı olduğu gibi algılamak,
hayatın sırtımıza yüklediği yükleri taşımak
ve
her şeyin daima daha mükemmele gitmesi için
üzerimize düşeni yapmaktır!”
dedi.
Beşeriyet ayağa kalktı. Canlı ve dinç bir sesle;
“Ey ilmin ve irfanın efendisi!.
Her boyutun tanıdığı bilgi kaynağı!.
Her beşerin kendi levhi mahfuzundaki
‘okunası bilgileri’
irsal etme sisteminin kurucusu!
Beşeriyetin dertlerini anlayan
Ve
ilacını tam olarak tavsiye eden
yalnız sensin sen”
dedi.
Hayatı olduğu gibi algılayabilmek için algılama aracı olan bilincimizin (kalbimizin) ilim ve amel ile arınması doğal haline dönmesi gerekir.
Hayatın yükleri; kendi elimizle hazırladığımız geleceğimiz ve kendi elimizde olmadan geleceğimizi etkileyen olaylardır. Acı ve tatlı her olayı kendi ruh sağlığımızı bozmayacak şekilde karşılamalıyız.
Biz istesek de istemesek de yaşadığımız iyi ve ya kötü olaylar her birimi en mükemmel geleceğine taşımaktadır.
A’mak-ı hayalimden çıktım. Sis dağılmıştı. Gayet dinç olarak ayaktaydım.
Saraydaki ‘beşeriyet’in ben olduğumu anladım. Hayalimin derinliklerinden bana hitap edenler gerçekte o şahıslar değildi. Benim yıllar boyunca kütüphane köşelerinde yaptığım çalışmaların bilincimde oluşturduğu birikim boyutlarıydı. Aynalı Baba kahve âlemlerinde beynimin akordunu ‘kendimle buluşmaya’ ayarlıyordu. Ve ben levhi mahfuzumdaki külli bilgiden nasibim kadarını indirebiliyordum yani ‘irsal’ ediyordum.
Kulübenin önünde bir fincan kahve ve kapalı bir zarf duruyordu. Çevremde Aynalı Baba gözükmüyordu. Zarfın üzerinde inci gibi bir yazıyla “ Kahveni iç ve zarfı aç” yazıyordu.
Gayet sakin kahvemi içtim. Keyifle zarfı açtım. İkiye katlanmış kâğıdı okudum:
“Elvedâ! Gün gelir ki, yine görüşürüz.”
Akşama kadar “bom boş” mezarlıkta hazîn hazîn ağladım…
(devam edecek..)
Yorumlayan ve özetleyen:
Kemal Gökdoğan
www.yorumsuzblog.net.tc