Amak-ı Hayal Bölümler;
1.Bölüm 2.Bölüm 3.Bölüm 4.Bölüm 5.Bölüm 6. Bölüm 7. Bölüm 8. Bölüm 9. Bölüm 10. Bölüm 11. Bölüm 12. Bölüm 13. Bölüm 14. Bölüm 15.Bölüm
VEDÂ
Aynalı ve Râci’nin ebediyen ayrılışı
Aynalı Baba ile tanıştıktan sonra kendimi tanıyamaz hale geldim. Nereden geldiğimi nereye gittiğimi karıştırdım. Ben kimim? Hangi memlekette oturuyorum? İşim, mesleğim, ailem, çevrem, arkadaşlarım kimdir? Bilemiyordum ve her şey birbirine karışmıştı..
Son sandal gezintisinden sonra üzerimdeki kat kat hayal perdeleri kalkmaya başladı. Ben aslında doğma büyüme İstanbulluydum. Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’nde doktordum. Ne oldu, nasıl oldu anlayamadan kendimi Anadolu’nun küçük bir şehrinde tren yolculuğunda buldum. Hiç tanımadığım yaşlı bir kadın annemmiş ve onunla yaşıyordum. Çevremde sürekli meyhanelerde içtiğim bir arkadaş grubu buldum. Trenle bir kasabaya seyahat ettik. Kır âleminde iki derviş gördüm. Şehre döndüm, amaçsızca gezinirken eski bir mezarlığa girdim. Orada Aynalı Baba’yı tanıdım. On gün kadar kahve âlemleriyle hayalimin derinliklerine gidip geldim.
Bir ara Aynalı’yı kaybettim. Birkaç yıl Anadolu’da karış karış onu aradım. Aklımı kaçırdığımı zanneden annem beni Manisa Tımarhanesi’ne kapattırdı. Orada birkaç akıllı deli ile dost oldum. Aynalı ile tuhaf bir şekilde Tımarhane’de tekrar buluştuk.
Şimdi İstanbul’dayım. Yine annemleyim fakat Anadolu’daki annem değil, gerçek annemleyim.
Aynalı’yı nerede bulmak istersem orada buluyorum. Bu durumun tek açıklaması var. Ya âlemler birbirine girdi ya ben gerçekten aklımı oynattım ya da rüyadayım ve uyanamıyorum.
Kesin emin olduğum tek şey ise İsmimin Ahmed Râci olması, alkolden kurtulmam, sâde bir ibadete ve karmaşık bir tefekkür hayatına başlamış olmamdır. Bunların haricinde hiçbir şeyden emin değildim.
En kısa zamanda Aynalı Baba’yı bulmam ve hayal âleminde miyim gerçek âlemde miyim netleştirmem gerekiyordu.
Aynalı Baba en çok mezarlıklarda yalnız yaşamayı ve eski derme çatma kulübelerde birkaç dostuna ney faslı ve kahve ikram etmeyi seviyordu. Onu bulmak niyetiyle Karaca Ahmet Mezarlığı’na gittim. Evet oradaydı. Asırlık bir çınar ağacına yaslanmış ney çalıyordu. Uzaktan seyrettim. Benim geldiğimi görmemişti. Kendimin rüyada mı gerçekte mi gezindiğini test etmek için Aynalı’ya görünmeden geri döndüm.
Üsküdar rıhtımından hızlı bir kayık kiralayıp Eyüp Mezarlığı’na geçtim. Eğer rüyada ve hayal âlemindeysem Aynalı Baba’yı Eyüp Mezarlığında yine asırlık bir çınara yaslanmış ney çalarken bulmam gerekiyordu. Mezarlığın izbelerine yürüdüm. Evet yanılmamıştım. O, tam umduğum gibi karşımdaydı, benden habersizmiş gibi neyine üfürüyordu.
Yavaşça yaklaştım. Selam verdim. Her zamanki edâsıyla;
“Hoş geldin nûrum! Hele gel de bir fincan kahvemi iç” dedi.
Hemen çalı çırpı toplayıp isli ateşte eski cezvesiyle kahve demleyip alaca desenli porselen fincanda ikram etti.
Kafam karma karışık fikirlerle doluyken kahveyi yudumladım. Başım dönmedi, kendimden geçmedim. Gerçeğe dönmek istiyordum. Tüm cesaretimi toplayıp sordum:
“Efendim, affınıza sığınarak bir şeyler sormak istiyorum.”
“Estağfurullah evlâdım, dilediğini sor!”
“Ben rüyada mıyım yoksa gerçek hayatta mıyım?”
“Aslında ikisi de aynıdır ama avama göre ayrı ayrıdır. Avama göre rüyâ âlemindesin.”
“Kimin rüyasındayım? Kendi rüyamda mıyım? Sizin rüyanızda mıyım?”
“Yaşam dediğin şey Tek Varlık olan Hak’kın ilminde varsaydığı rüyâ âlemleridir. Rüya senin veya benim değildir. Biz ancak İlâhî rüyanın ruhsuz, bedensiz, bilinçsiz, dilsiz, kulaksız. . . ‘fakirleri’yiz. Sende meydana gelen rüya da O’na aittir, bende meydana gelen rüya da O’na aittir. O’ndan gayrı ne var ki? Yine avama göre kabul edelim; senin rüyandayız.”
“Rüya benimse sizin durumunuz nedir? Siz gerçek hayatta var mısınız? Yoksa benim rüyamda benim bilincimin yansıttığı bir hayal misiniz?”
“Uyanınca anlarsın.”
“Ben uyanırsam sizi ebediyen yok etmiş olmaz mıyım? Eğer şu anda rüyada isem uyanınca sizin hiçbir zaman var olmamış birisi olduğunuzu anlayacak isem, ben ebediyen bu rüyadan uyanmak istemiyorum. Sizden ayrılmak istemiyorum.”
“Üzülme evlât! Ben hiçbir zaman var olmadım ki; sen uyanınca yok olayım. Şu anda da var olan sensin. Beni var zannediyorsun.”
“Siz gerçek hayatta hiç var olmadınız mı?”
“Senden yüz yıl önce Aynalı nâmı altında bir tecellîyat oldu. İnsanlar beni var kabul etti. Fakat ben asla var olmadığımı bildim.”
“Siz beni rüyamda irşat etmek için mi geldiniz?”
“Hayır, ben senin rüyana gelmedim. Her insanda tüm insanların tüm yaşam ve bilgi kayıtları mevcuttur. Sen kendi özündeki ‘levhi mahfuz’ kayıtlarından Aynalı Baba boyutuna yükseldin. Aynalı’nın ulaşmış olduğu bilgileri rüyâ âleminde şekil ve olaylara bürüyerek ‘okudun’. Ben seni irşad etmedim. Sen gerçek hayatta alın terinle tahsil ettiğin ilimlerin ve tefekkür çilesinin mükâfatı olarak kendini Aynalı Boyutu (Aynalı Baba’nın bilincinin yükselmiş olduğu nefs mertebesi) ile ödüllendirdin.”
“Hayır! Sizin beni irşat etmediğinize inanmam. Sizin gerçek olmadığınızı asla kabul etmem. Sırf tevazu olsun diye böyle konuşuyorsunuz.”
“Sadece sen değil, senin uyandığın zaman yazacaklarını okuyacak olanlar da benim hayal ürünü olduğumu kabullenmekte zorlanacaklar. İnsanlara rüyada, hayal âleminde sırları fethetmek, aniden ilmi ledüne sahip olmak gibi fanteziler çok cazip gelir. Gerçek tasavvufta hazıra konmak yoktur. Her çağın değişmeyen tasavvufi eğitim esası; gerçek hayatta gerçek üstatlardan alın teri ile ilim tahsil etmektir. Bu duruma göre okumakla da olur, sohbetlerini dikkatle dinlemekle de olur. Âdetullah budur, aksi iddialara itibar etme.”
“Uyanınca sizi rüyamda tekrar görebilir miyim?”
“Allah’ın sisteminde sadece bir şey imkânsızdır; ikilik. . . Bundan başka her şey mümkündür. Rüyalara bel bağlama. Bu gördüğün rüyalar, hayaller irşat değil sadece zihinsel bir mâcerâ idi.”
“Sizden ayrılmak, sizi unutmak çok zor.”
Meseleyi anlamıştım. Rüyada rüya gördüğümü bilecek şuurdaydım. Biraz sonra uyanacaktım ve Aynalı’ya ebediyen vedâ edecektim. Her şeyin hayal olmasına rağmen Hayalim’e; Aynalı’ya sarıldım. Elimde olmadan ağlamaya başladım. Aynalı da ağlamaklı bir sesle beni bağrına bastı:
“Ne yapalım evlâdım! Dünyâ dediğimiz şey okyanusun gel git dalgaları gibidir. Görünüşlere aldanmamalı. ‘Külle yevmin hüve fi şe’n…’ O her an yeni bir iş ve oluştadır. . . Her an kâinatta hükmünü yürütmektedir. . . (er-Rahmân: 29) Biz Allah’ın sistemi dışında kalamayız ki….”
Aynalı Baba, daha doğrusu ‘hayalimdeki Aynalı Baba hayali’ yavaşça asırlık çınara dayandı. Gözlerini sonsuzluğa dikti. Bir daha kıpırdamadı. Yüzüne baktım, her zamanki tebessümü vardı. Yanında oturdum, oturdum, oturdum. Eline dokundum buz gibi olmuştu.
Mezarlığı bu arada sis kaplamıştı. Sislerin içinden dört siluet belirdi. Çifte Hâfızlar, Dr. Kuru Sıkı ve Cırtlak Efe hüzünlü adımlarla Aynalı’nın yanına oturdular. Deli Hafız Yâ Sîn’i okudu, Arabacı her zamanki gibi ardından yalan yanlış taklit etti. Dr. Kuru Sıkı ve Cırtlak Efe yeri kazdılar. Cenâze duası için (cenaze namazı) imamlık vazifesi bana düştü. Aynalı’yı çok sevdiği kıyafetiyle toprağa verdik. Dört deli sislerin içinde tekrar kayboldular.
Aynalı Baba’nın kulübesine girdim. Bana miras olarak bir not defteri, iki isli cezve, yüz gram kahve ve şeker ile iki büyük fincan bırakmıştı. Aynalı benim hayalimdi. Onu kaybetmekten ben üzüldüm.
Ben kimim? Ben de birisinin hayaliyim. Siz de beni kaybetmekten üzülmeyin. Çünkü ben de Râci olarak hiçbir zaman var olmadım. Biraz sonra ben de uyanacağım ve kendimi Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin ‘hayal âleminde’ bulacağım.
Ya siz uyanınca kendinizi nerede bulacaksınız?
Yine kendinizde, ‘ötenizdeki birisi’nde değil. . .
..SON
Yorumlayan ve özetleyen:
Kemal Gökdoğan
www.yorumsuzblog.net.tc