Amak-ı Hayal Bölümler;
1.Bölüm 2.Bölüm 3.Bölüm 4.Bölüm 5.Bölüm 6. Bölüm 7. Bölüm 8. Bölüm 9. Bölüm 10. Bölüm 11. Bölüm 12. Bölüm 13. Bölüm 14. Bölüm 15.Bölüm
üçüncü gün
DEVR-İ DÂİM
yeniden doğuş
1. GONCANIN AÇILIMI
Aynalı Baba, Türk Kahvesi ve sırrın hüzünlü sesi Ney. Sükûtun ve huzurun bahçesi mezarlık. Çam ve reçine kokusu. Yine hepsi birleşerek beni hayalimin derinliklerindeki âlemlerden bir âleme indirdi.
Hindistan’lı bir gencim. Yaşlı babam, “Oğlum yeterince büyüdün. Kendini ve kâinatı tanıma vaktin geldi. Seni, sana varlığın sırrını yaşatacak olan en büyük üstada göndereceğim” dedi.
Beni en büyük üstâd Brehmen’e götürecek olan rehbere teslim ettiler. Rehberim bir merkebe bindi ben de onu tam kırk gün yaya olarak takip ettim. İlk günler sürekli yürümekten canım çok yandı. Fakat zamanla bedenimdeki tembellikten ve fazlalıktan arındığımı hissetmeye başladım. Bilincim daha hızlı ve daha soyut çalışmaya başladı. İlmin ilk şartı tembellikten ve fazlalıklardan arınmak olduğu için bu kırk günlük perhizli yürüyüş özellikle planlanmıştı.
Yolculuğun sonunda bir kulübeye geldik. Rehberim beni kulübeye soktu.
“Ey gerçek varlık Brahma. Gerçeğinin boyutlarını, ruhunun derecelerini göster!”
diyerek duasını tamamladı ve kapıyı üzerimden kapatarak ayrıldı. Kulübenin içi yavaşça karanlığa gömüldü.
Rehberim dua ederken vücûdum gibi zindeleşmiş olan bilincim karıncalanmaya başlamıştı. Duayı ötelerdeki bir tanrının işitmeyeceğini hissetmiştim. Gerçek varlığın ve gerçeğin ben kendim olduğumu düşündüğüm anda da sessiz, harfsiz, titreşimsiz bir mânâ helezonunun algı merkezimden tüm varlığıma yayıldığını duymaya başladım.
Ey zayıf bezm-i vücûd
Anla nedir sır-rı şuûn
Yok dem-i vahdette hudûd
. . . . . .
Ey! Varlık âleminin “görünüşte âciz, hakikatte sonsuz kudret goncası” olan misafiri.
Sen tek gerçeğin şu anda kapalı gonca gülüsün.
Abdiyetin ve âciziyetin misafirisin.
Kulluğun ve zayıflığın
ilim ve irfanla beslenirse
öyle bir açılım sırrı yaşarsın ki
Abdiyetin öteki ucu “Hak”
aczin öteki ucu kudret
sendeki misafirliği alır götürür.
Mânâ okyanusu
her an sonsuz hallere bürünmekte iken
Vahdet’i durağanlıkta ve sükûnda arama.
Okyanus’un çırpınışı başlangıçsız ve bitişsizdir
Tekliğin
sonsuz aksiyon
hâli olduğunu anla.
2. EKBERİYET SIRRI
Brahmanizm dini mensubu olduğum halde özümde bu dinin bozulmamış aslını hissediyordum. Dünya var olmadan önce, şimdi ve dünya yok olduktan sonra da hiç değişmeden devam eden tek din olan “Allah Sistemi”ni hissediyordum.
Doğduğum ülkenin şartlandırmalarına göre her an var olan tek varlığın ismini “Brahma” olarak öğrenmiştim. Şimdi Brahma’yı, kendimi ve kâinatı (var oluşlar bütününü) daha yakından öğrenmek vaktiydi.
Yıkık dökük bir kulübede karanlıklar içinde oturuyordum. Bilincim de aynen yıkık dökük bir kulübe misali olan bedenimde karanlıklar içinde idi.
Bilincim beden kulübesinden her yöne taşarak sonsuz bir hızda ve zamansız bir zamanda tüm kâinatı içine aldı. Görebildiğimiz ve göremediğimiz tüm boyutlar bilincimin içinde âdeta sonsuz küçüklükte tek bir nokta hâline dönüşmüştü. Sonsuz geçmiş zaman ve sonsuz gelecek zaman sadece tek bir an olarak yine bilincimde yok olmuş gitmişti.
Birden bire bilincimin tüm içeriği de yok oldu.
Bilincim de yok oldu.
“Kendim” kavramı tamamen silindi.
Sadece “var” diye bir bilgi kaldı.
Öyle bir “var” ki;
“yok”a ve “hiç”e eşit
bir “var”.
Var, yok, hep, hiç gibi farkındalık oluşturan mânâlar da silindi. Farkındalık da yok oldu. Bu durumu izah edecek tek bir kavram kalmıştı geriye “Allah Ekber”.
“Allâhu Ekber, Allâhu Ekber!
Ey sır-rı vücûd-u bî vücûd
Marûfsun amma bilinmezsin,
Zâhirsin amma görünmezsin.”
. . .
O’nun “ ekberiyeti ”;
kendinden başka varlık olmamasıdır.
O’nun varlık sırrı;
varlık tecellilerinin “başka varlık olamaması”dır.
O’nun bilinme sırrı;
O’nu bilecek ikinci bir şeyin olmamasıdır
ve
O’nu bilenin de sadece kendisi olmasıdır.
O’nun görünme sırrı;
O’nu görecek ikinci bir şeyin olmamasıdır
Ve
O’nu görmek,
bir mânâ tecellisinin kendi hakikatini idrak etmesi hâlidir.
3. YENİDEN DOĞUŞ ve REENKARNASYONUN REDDİ
Görünmeyen en büyük üstadım “Brehmen”in öğretisi ney’in gönlü titreten esintileri gibi mânâ helezonları hâlinde bilincime doluyordu.
İç içe geçmiş iki küçük kulübede (birisi kulübe, birisi bedenim) eski bilincim ve eski bilgilerim Ekberiyet gerçeğinin tecellisiyle ölüp gitmişti. Şimdi yeniden doğuş ânıydı.
((( Konunun akışı ile bağlantılı olarak hazırlanan EK BİLGİ: )))
Yeniden doğuş ruhta (bedende) değil bilinçteki bilgide geçerlidir.
Kâinat benim bedenim, kâinattaki işleyen tek sistem olan İslâm ruhum idi. Kâînat ve sistemi nasıl iki ayrı varlık değilse; bedenim ve ruhum da iki ayrı varlık değildi.
Ruhumun zâhiri (görünüşü) bedenim, bedenimin bâtını da ruhum idi.
Bedenim ve ruhum aynı olduğu için hiçbir zaman bedenimden bir ruh çıkıp da başka bir bedene göç edemeyecekti. Zâten ruh (beden) sonsuzdu ki, nereden nereye gidecekti. Gidiş ve dönüş sonlu ve sınırlı şeyler için geçerlidir. Sistemde ise sonlu ve sınırlı hiçbir şey mevcut değildir.
Mânâların bir an içindeki görünüşüne “doğuş”, o an içindeki görünüşünün bitişine “ölüm”, sonraki an içinde daha da mükemmelleşmiş olarak tekrar görünüşüne “yeniden doğuş” deniyordu.
Buradaki adı Brahmanizm olan Tek Sistem’in yeniden doğuşun gerçek yüzünü anlatımı bu şekilde idi. Zamanla bu gerçek unutuldu. Daha doğrusu değişime uğradı. Beden ve ruh iki ayrı varlık zannedilerek ruhun dünyadaki yaşantısına göre başka bedenlere göç ettiği inancı yayıldı.
Dünya boyutundan geçen her birimin her düşüncesi evrende donarak sonsuza kadar kalır. Başka bir birimin beyni o donmuş düşünce satırlarının bir kısmı ile çakışınca bilgi arkı (atlaması) meydana gelir. Hatırlayabildiği kadarını da anlatır. Genellikle geçmişten bir isim söyler ve ben yeniden bu bedende doğdum iddiasına başlar. Bu iddianın nedeni bu konudaki gerçeğin bilinememesidir. Halbuki Resul ve Velî beyinleri evrendeki donuk düşüncelerden dilediğini okuyup bize anlatabilir ve hiç birisi de ben yeniden doğdum iddiasına girişmez.
Gizeme meraklı insanlar bu basit bilgi arkını reenkarnasyon olarak lanse ediyorlar. Bir gün bir şekilde yok olacak dünya küresini yaşamın devri daim merkezi zannediyorlar. Ölüm sonrası sonsuz hayatı reenkarnasyon gibi bir yanılgıyla değiştirmek istiyorlar. Bu isteğin de nedeni, İslam’ın sonsuz yaşam gerçeğinin anlaşılamamasıdır. Anlatılamamasıdır. Reenkarnasyona ilgi duyanları ve inananları suçlayamıyoruz, kınayamıyoruz. Çünkü İslâm Gerçeği, onlara ulaştırılamıyor.
(((Bu konuda daha detaylı bilgilere “www.okyanusum.com” web sitesinden ilgili kavramları araştırarak ulaşabilirsiniz.)))
İki kulübede bu bilgilere ulaştıktan sonra “hiçlik” hâlim biraz somutlaşarak kendimi tekrar algılamaya dönüştü.
Yoklukta tek bir nur (mânâ) parladı. Aynı anda sayısız ve sonsuz nur oldu. Her nur ilk nur ve aynı nurdu. Hem tek idi hem çok idi. Bilincim her nur zerresini kapsadı.
Zerreler kendi aralarında kümeleşerek evreni oluşturdu. Bilincim evrendeki tüm zerrelerin bilgisini özüne aldıktan sonra dünya adlı bir küreye odaklandı.
Zerreler su ve suda yaşayan canlılara dönüştü. Sonra karalarda yürüyen, uçan hayatlar oluştu. Bilincim her canlının her zerresinde mevcuttu ve onların tüm hikayesini hafızasında depoladı.
Bu olayların oluşumu milyarlarca yıl sürmüştü. Şimdi’ye yaklaştığım anda bilincim sadece iki zerre algılar hale geldi. O iki zerre birleşerek önce tek zerre oldu. Sonra bölünerek çoğalmaya başladı. Bilincim milyonlarca-milyarlarca küçük odacıklar içinde hapis hayatı yaşamaya başladı. Her odacığın (hücrenin) ayrı bir özelliği ve ayrı bir kişiliği vardı. Ama ben onlarla hem aynıydım hem de onlardan farklıydım.
Hücreler bilincimden silindi. Kendimi insan bedeni olarak algılamaya başladım.
“Sonsuzluk”
“Zamansız An” içinde
milyarlarca süren bir mâcera sonunda
sonlu bir beden sûretinde
kendini seyre başladı.
Yavaş yavaş bilgiler bilinç içinde okunamaz hâle geldiler. Bölüm bölüm arşivlendiler. Arşiv kapısı şifrelendi ve şifresi ilim-irfan üstâdlarına teslim edildi. Zamanı gelince onlardan şifrelerimi alıp kendi arşivlerimin kapısını açmak üzere dünya boyutuna doğdum.
Kulübemin kapısını kapatan “Brehmen” üstâd kapıyı tekrar açtı. Gözlerim âni gelen aydınlıktan kamaşarak kapıyı açanın Aynalı olduğunu hayal-meyal gördü.
Hayalimin derinliklerinden Aynalı’nın mezarlıktaki kulübesine iniş yapmıştım. Kendi hâlinde neyine üfleyerek şiir (kaside) okuyordu:
Doğdu şimdi şems-i idrak âleme
İstivagâhtır dimağ-ı âdemî
Nur-i Hak’tır şeb-çerağ-ı âdemî
Ey melâik! Baş eğin hep âdeme!
. . .
(İdrak güneşi şimdi âleme doğdu.
Âdem’in kafası, idâre ve saltanat merkezidir.
Âdem’in karanlıkları anlatan cevheri, Hak’kın nurudur.
Ey melekler! Hepiniz âdem’e baş eğin.)
Şiire ara verip hüzünle yüzüme bakan Aynalı Baba’ya;
“Hepsi secde etti”
dedim.
Aynalı Baba başını her iki yana salladıktan sonra;
“Evet. . Ancak nefsindeki büyüklük sıfatı yani şeytan, hariç”
dedi ve şiirini tamamladı.
Merhaba ey pertev-i sırr-ı vücud,
Merhaba ey zübde-i cümle şuûn,
Merhaba ey menba-ı fehm-ü fünûn,
Merhaba ey mazhar-ı ikram-ü cûd,
Kâinattan sen idin maksud, sen!
Ey zekâ! Bizler senin mir’atınız,
Nokta sensin, biz senin âyatınız,
Secdegâh sen, kıble-i ma’bud sen!
( Merhaba! Ey varlık sırrının nuru!
Merhaba ey bütün olayların özü!
Merhaba ey anlayış ve fenler kaynağı!
Merhaba ey Hak’kın iltifat ve ikramına nâil olan!
Kâinattan gâye sen idin sen!
Ey zekâ bizler senin aynanız,
Nokta sensin; biz senin büyüklüğünü gösteren belirtileriz.
Secde edilecek yer sensin, Hak’kın Kıble diye tayin ettiği yine sensin!
Kendimi rasgele bu evrene gelmiş bir organizma olarak görüp, isyan ederek öylesine yaşayıp giderken şimdi gerçek değerimi anlamıştım. Yeniden doğmuştum.
Sonsuz derinliklerdeki seyahatimin verdiği sonsuz yorgunlukla evime gidip erkenden yattım.
RÂCİ’NİN KAHVE ÂLEMLERİ İLMİN VE İRFANIN EFENDİSİ HZ. MUHAMMED A.S.’A YÜKSELİNCEYE KADAR DEVAM EDECEK.
Yorumlayan ve özetleyen:
Kemal Gökdoğan
www.yorumsuzblog.net.tc